25 Ağustos 2011 Perşembe

JPMorganChase, BofA'yı 1 hafta içinde satın alabilirmiş

Birkaç gündür, ABD'nin en büyük bankası Bank of America (BofA)'nın acilen 200 milyar dolarcık paraya ihtiyacı olduğu, rakibi JPMorgan Chase'in BofA'yı satın alabileceği konuşuluyor.

İlave olarak bugün de Warren Buffet'in BofA'ya "iyi yönetildiği için" 5 milyar dolarlık bir yatırım yapabileceği haberi duyuldu piyasada. Anlaşılan BofA'nın yüzünü artık makyaj kurtarmıyor. Birilerinin koltuk değneği uzatabileceği haberleri ile gaz vermeye çalışıyorlar.

BofA, son yılların moda ifadesi ile TBTF, yani batırılamayacak kadar büyük bir banka kabul ediliyor. Zaten son günlerdeki destek açıklamaları hep bu nedenle. Sonuçta JPMorganChase ile birleşerek ömrünü tamamlayacaktır. Anlaşılan, o tarih yaklaşmış. Muhtemelen daha sonra (ben max. 2 yıl diyorum!) JPMorganChaseBofA da başka bir banka ile birleşecektir.

ABD'de şirket birleşmeleri bize göre daha yaygındır. Hatta bu konuda bir enstitü dahi kurmuşlar (Bkz. Institute of Mergers, Acquisitions and Alliances, IMAA). Özellikle bankalarda çok yaygın bu birleşmeler. ABD'de 1930'lardan beri yapılan banka birleşmeleri listesi incelendiğinde ne demek istediğim daha iyi anlaşılabilir. ABD'de 1929 Buhranından itibaren bugüne kadar 159 kez banka birleşmesi yaşanmış. JPMorganChase'in birleşmeleri de tam 35 tane! Mesela, 2000 yılında Chase Manhattan JPMorgan ile birleşerek bugünkü unvanı oluşturmuş. En son 2008 yılında BearStearns ve Washington Mutual da JPMorganChase bünyesine katılmış ancak bunlar unvana eklenecek kadar önemli bulunmamış. Yoksa şimdiki unvanı en azından JPMorganChaseBearStearsnWashingtonMutual gibi bi şey olurdu! FirstOne, Chemical Bank, First Chicago, NBD, Manufacturers Hanover Trust, New York Trust gibi bankaları saymıyorum bile. Hiç değinmediğim diğerleriyle birlikte hepsi şu an JPMorganChase bünyesinde. Buna şimdi bir de BofA katılacakmış.

BofA'nın geçmişteki birleşmeleri ise JPMorganChase'den da fazla, tam 43 tane! Hatırlanacağı üzere en son 2008 Lehman Krizi döneminde MerrillLynch, ondan bir sene önce de USTrust katılmıştı BofA bünyesine. Ondan önce de LaSalle, FleetBoston, SummitBancorp, StandardFederal, BankAmerica, NationsBank gibi 40'tan fazla birleşme sonuçta bugün BofA dediğimiz bankayı yaratmış. Şimdi bu ikisi de birleştiğinde, geçmişteki 78 müteveffa bankanın toplamı olacak.

Soru şu: bu birleşme ABD ve dünya ekonomisi için iyi mi olacak? ABD'de bankaların TBTF olmalarının yarattığı sıkıntılar giderek daha fazla tartışılırken, eski politikaya devam edip daha da büyük bi tanesini yaratmak mantıklı mı? (Rekabet Kurulu izninden endişe etmeye gerek yok, zira bugünkü yapı bile rekabete yeterince aykırı aslında!) Böylece BofA'nın bugün batması engellenmiş olacak ama sorun çözülmüş olacak mı? Bu şekilde BofA kurtulmuş mu olacak, yoksa sorun halının altına atılan pislikler nedeniyle yarın daha büyük bir şekilde mi ortaya çıkacak? Zira halının da pislikleri gizleme kapasitesi sınırlı. Sonunda halının altı pislikleri örtemeye yetmeyebilir!

İki kötüyü birleştirmek, kolay çözümmüş gibi Lehman'dan beri bu ABD'de bir trend haline geldi. "Gidici" hale gelen banka hemen başka bir banka ile birleştiriliyor. hemen her hafta batan küçük bankalarda da bu yapılıyor. Mesela ABD'de sadece geçen hafta (19 Ağustos 2011) üç yerel banka daha battı ama artık bu konu haber dahi olmuyor! Onlar da daha büyük bir bankaya devredilerek tasfiye ediliyor. Ama onların batıkları sadece milyon dolar seviyesinde ve devralan daha büyük banka için bu rakamlar ciddi risk değil. Ama JPMorganChase ve BofA gibi büyüklüklerden bahsederken, aynı modeli düşünmek biraz zor. Zira BofA dev ve JPM'nin kendi durumu da o devi kaldırabilecek durumda değil. İleride görürüz. Zaten anlaşılan ABD hükümeti bu yeni bankaya acilen 100 milyar dolar kredi verecekmiş. Anlaşılan, "bi şekilde" para vermek istiyorlar ama batacağı kesin olan bi yere durup dururken para kaptırmış olmamak için, önce birleşin, sonra para verelim demeye getiriyorlar! Sadece Lehman'a yapılmadı o kıyak. O da snobluğunun cezasını çekti sanırım.

Ancak, hali hazırda ABD bankalarının hemen hemen hiç birisi "sağlam" olmadığına göre, çözüm niyetine bu yaklaşım devam ederse, yavaş yavaş tüm ABD bankalarının tek banka çatısı altında toplanması gerekmeyecek mi? Bu gidişle sonuçta;

"JPMorganChaseBofAMerrillGoldmanCitiBankofNYMellonWellFargoPNC"
gibi bir banka kurulmuş olacak ABD'de. Böylece, TBTF bankalar sisteme zarar vermeden teker teker tasfiye edilmiş olacak ama, sonuçta elde kalan ne yapılacak? Bu sefer de yaşatılamayacak kadar zombi (Too-Zombie-to-Survive, TZTS) başka ve daha tehlikeli bir yaratık üretilmiş olacak! Sonuçta, sektörün en büyük oyuncularından biri battığı için sarsılmasın diye uğraşılan sistem, sadece tek banka battığı için tümden çökecek!

Bu yapılan, domino etkisini engellemenin Amerikanvari yolu! Sonunda (sadece tek taş kalacağıiçin!) domino etkisi olamayacak. Ama sadece o tek taşın yıkılması sistemin yıkılması anlamına gelecek! Bu yöntemi tercih edenler domino etkisini engellemiş olabilirler ama mukadderatı, çöküşü engellemiş olmuyorlar, sadece geciktiriyorlar. Bu geciktirmenin bedeli de, maliyeti yükseltmek olacaktır.

Şu an JPMorganChase ile BofA'yı birleştirerek yapılmaya çalışılan, iki kötüden bir iyi (double negative’den pozitive) yaratma ümidi! İki çürük elmadan tek sağlam elma çıkar mı? Ya da iki küçük elmas (elmas bile olsa!) tek büyük elmas eder mi?

Aynı durum 2001 krizinde TR'de de yaşanmıştı. O dönem bankacılık otoritesi bazı zayıf bankaların birleşmesine izin vermiş (mesela Garanti, Osmanlı Körfez) ama bazılarına izin vermemişti.

Mesela Çukurova grubu YKB ile Pamukbank'ı birleştirmek istemiş ama idari otorite “iki kötüden bir iyi çıkmaz” diyerek bu birleşmeye sıcak bakmamış ve sonuçta Pamukbank batmış, YKB de Koç-İtalyan grubuna satılmıştı.

Bakalım JPMorgan Chase’in BOA’yı satın alması ikisini de kurtarmaya yetecek mi? Biraz daha bekleyip görelim!

Batırılamayacak kadar büyük (TBTF) bankaları birleştirip, yaşatılamayacak kadar batık (TZTS) ve absürd bir yapıya sokmak da kapitalizme Amerikalıların katkısı olarak tarihe geçecektir.

23 Ağustos 2011 Salı

Altından daha iyi iki yatırım aracı

Bu blogda iki yıl öncesinden beri altın altın diye yazmış biri olarak, bugünlerde altın peşine takılanları izlemek pek eğlenceli. Gerçi iki yılda sadece iki kat arttı diye şimdiden lale soğanı balonu benzetmesi yapmaya başlayanlar var. Aslında bu bile daha yolunun çok uzun olduğunun göstergesi. Hele durun bakalım, daha karpuz kesilecek altında!

Kimse altını ciddiye almazken altından bahsetmiş bi kişi olarak, bugün artık altın değil, "altından daha iyi (hem de bir değil,) iki alternatiften bahsetmek istiyorum.

İlki, altının komşusu gümüş. Nedeni de basit: Tarih boyunca altın/gümüş paritesi 1:15 civarında seyretmiş. Hala 40 civarında. Bu rasyo önümüzdeki dönemde 40'ın altına inecek ve hatta 15'e yakınsayacaktır. Özetle, bugün 40 gram gümüş verilerek 1 gram altın satın alınabiliyor. Gelecekte ise 20 gram gümüş verilerek 1 gram altın alınabilecek. Öyleyse, bugün 1 gram altın almak yerine 40 gram gümüş almak daha mantıklıdır. Zira gelecekte o 40 gram gümüş ile 2 gram altın alınabilecektir!

İkincisi: tarım arazisi! Altın kağıt paraya göre neden daha iyidir? Çünkü kağıt para miktarı kolayca artırılabilir, altın miktarı ise artırılamaz. Ayrıca kağıt para kolayca yok olur (yanar, yırtılır), ama altın yok olmaz. (Bütün bu duruma rağmen hala kağıt paraya itibar edenleri anlamak mümkün değil benim için!)

Ama altın da yenmez! Altının kağıt paraya karşı olan üstüklerinin tamamı, tarım toprağında da vardır. Onun da miktarı artırılamaz, hatta (şehirleşme ve sanayileşme nedeniyle) sürekli azalır (belki ormanlar yakılarak elde edilebilir ama onun da maliyeti vardır! Kaldı ki dünyanın yüzölçümü belirli. Milyonlarca yıldan beri sabit. Fakat o sabit toprak parçası üzerinde yaşayan ve giderek daha fütursuzca tüketen insanoğlu sayısı ise sürekli artmakta). Buna karşılık, yok olmayan tarım toprağının kalitesi erozyon nedeniyle düşmekte.

Ayrıca tarım toprağının altın karşısında önemli bir üstünlüğü vardır: altın insanoğlunun karnını doyurmaz ama toprak karın doyuran ürünlerin yetişmesini sağlar. Dolayısıyla tarım toprağı bugünlerde en dalgalı taraflarını tecrübe ettiğimiz finansal terör çağında fazla ciddiye alınmasa da yakın gelecekte mecburen daha fazla ciddiye alınacaktır.

Bu konuda ufak ufak haberler de görünmeye başladı. Mesela;

What's More Reliable Than Gold In An Economic Crisis?

Taşı toprağı altın!
Dünyadaki yatırım çılgınlığı Türkiye'yi de etkisi altına aldı


Bugünlerde "biz şehirliyiz. tarım alt kültürlerin işi. Biz toprağı ne yapalım?" diyenleri bi kaç yıl sonra görürüz. O tipler bugün altına saldırdıkları gibi, o dönem geldiğinde de toprağa saldıracaklarına bahse girebilirim!

Edit (24 Ağustos 2011):

Bugün itibarıyla Türkiye'de, dönümü 1.000 TL (yani netrekaresi 1 TL)'ye tarım toprağı satın alınabiliyor. İsteyen http://www.sahibinden.com/ 'dan bakabilir. Düşünebiliyor musunuz, İstanbul'da birçok yerde 1 çay bile içilemeyen fiyata yeryüzünde dikili bir ağaca sahip olmayı sağlayan 1 m2 toprak satın alınabiliyor. Ya da şöyle diyeyim: Türkiye'de asgari ücret düşük deniyor ama o düşük asgari ücretle bile hala Türkiye'nin birçok yerinde 1 dönüm tarım toprağı alınabiliyor İnanmayan Çanakkale, Afyon, Burdur civarında dolaşsın. Hatta Trakya'da bile dönümü 1500, 2000 liraya tarım toprağı hala var. Daha doğuya gitmeye gerek bile yok!

İddiam şu: Birkaç yıl sonra, "daha birkaç sene önce dönümü 1.000 liraya toprak vardı. Almadık o zamanlar, halt etmişiz" lafları sıklıkla ve pişmanlıkla tekrar edilecek.

Marc Faber'in lafını daha önce blogda bi yerlere yazmıştım, gelecekte Wall Street'tekiler traktöre, çiftçiler Lamborghini'ye binecek demişti. Keza, Wall Street'tekiler içini, hemen Iowa'lı bi çiftçinin kızıyla evlenme ve toprak işlemeyi öğrenme gibi önerileri de vardı.

Acelemiz yok, yaşayıp göreceğiz!

Bu arada şehirli dostlar, "biz topraktan ne anlarız, ne yapacağız ki onu?" diyebilirler. Cevabım şudur: altın aldığınızda ne yapıyorsunuz? Sırf altın aldınız diye ilave bir şey yapmak gerekiyor mu? Bi yere atıp unutuyorsunuz. Toprağı da alın ve unutun. bırakın oradaki köylü, eski işlesin, zaten işlediği için zarar edecek! Vakti gelince yapacak şey bulursunuz!

"Piyasalar Yanlış Yapar mı?"

Kaynak: HT Gazete 14 Ağustos 2011





Vaktiyle "IMF Gözcüsü" namıyla ma'ruf köşe yazarımızın geçen haftaki bir yazısı daha okuduğum anda irrite etmişti. Bi sürü şey yazmak geçmişti içimden o sırada ama tembellik izin vermemişti. Başka bir vesileyle yine o piyasa şövenizmi konusu gündeme gelince, bu defa tembelliği bırakıp yazayım dedim.





20. yüzyılda (özellikle son 20-30 yılında) ekonomi okuyanlar çok şanssız tipler aslında. Kendimden biliyorum! Neoklasiklerin ayakları yere basmayan teorilerini, sanki yegane doğruymuş, adeta Allah kelamıymış gibi ezber etmek zorunda kaldık. Bazıları tabi ki o teorileri ezberlemekte daha başarılıydılar. Bizim gibiler, kolay ikna olmayan ya da genetik muhalif tipler, neoklasiklerin teorilerinin temel dayanağı olan varsayımları önkoşulsuz kabul etmekte zorlandılar. Bu tür sıkıntı yaratan varsayımların başında da insanoğlunun rasyonel yaratıklar olduğu varsayımı ile birlikte, piyasaların etkin (efficent) olduğu efsanesi gelir. Her ne kadar piyasaların efficient olmadığını gösteren ampirik çalışmalar bolca bulunsa da, halk ağzında bu teori hala prim yapabilmektedir.





Kumcu üstadımız, 20. yüzyıl hakim iktisadi ideolojisinin yılmaz savunucularından biri olarak, piyasaların yanlış yapamayacağı (hatta yapabilemeyeceği), hükümetlerin ise her zaman yanlış yapacağı ezberini tekrar ediyor. Hatta, "piyasalar yanlış yapıyor" cümlesinin sarfına dahi tahammül edemediği için bu yazıyı kaleme alma ihtiyacı hissetmiş. Ona göre bu isabetsiz cümlenin sarf edilme nedeni, (piyasanın yanlış yapması değil,) "piyasaların oluşturduğu (ilahi!) dengenin bu "iftira"yı atanların işine gelmemesiymiş.

Yazarımız, piyasaların yanlış yapmasının mümkün olmamasının gerekçesi olarak;



"Piyasa denen olgu, milyonlarca, hatta milyarlarca ekonomik birimin bir
araya geldiği alışveriş ortamıdır."
tanımını yaparak, bu kadar çok kişinin birden yanlış yapıyor olması mümkün değil demeye getiriyor. Oysa bu cümlenin ibretlik başka bir versiyonu, "milyonlarca sinek yanılııyor olamaz, siz de b.k yiyin" şeklinde değil midir?

Piyasaların etkinliği safsatasında şu (niteliğe bakmadan) kuru kalabalığa (niceliğe) önem atfetme konusunda yapılan varsayım hatası kritiktir. Bu noktada Nesim Nicholas Talib'in Siyah Kuğu kitabındaki açıklamalarını hatırlamamak mümkün değil.

Siyah Kuğu'daki aforizmalara dalmadan, Neoklasik iktisada tapanların dahî anlayabileceği basitlikte anlatmak için şöyle ifade edeyim, meşhur büyük sayılar kuralının neden piyasaları hatadan vareste kılmadığını.

Matematikte bazı sayılar aritmeik artar, bazıları geometrik. Ya da bazı soruların cevabı evet (bilgisayardaki 1) veya hayır (bilgisayardaki 0) şeklinde verilebilir, fakat bazı soruların cevabı, 1 veya 0 olabileceği gibi, 1 trilyon, 100 trilyon gibi rakamlar da olabilir. Örneğin, "cebinde paran var mı?" sorusunun cevabı evet veya hayır olabilir. Ama "kaç paran var?" sorusunun cevabı, hiç (sıfır) olabileceği gibi, Bill Gates gibi 50 milyar dolar, ya da Hedge fund yöneticilerinin yönettiği portföyler dikkate alındığında trilyon dolarlar olabilir. Her iki cevap da tek sorunun, hatta aynı sorunun cevabıdır ama birbirinden oldukça farklıdır! İşte zurnanın "zırt" dediği, neoklasik iktisat hayranlarının ise dikkat etmediği nokta tam da burasıdır. Eğer piyasadaki "milyonlarca hatta milyarlarca ekonomik birim"in büyüklükleri homojen ise (mesela her birinin yaklaşık olarak 1000-TL portföyü varsa), ve büyüklüklerin standart sapması çok büyük değilse (mesela herkesin portföy büyüklüğü 1000-10.000 TL arasında değişiyorsa)i, öyle bir piyasanın etkin bir piyasa olabilme ihtimali vardır (Sadece buna bakarak "etkin"dir demek mümkün değil, sadece ön koşullardan biri mevcut denebilir). Ama bir piyasada hem "üj-bej liralık" portföyler, hem de iki üç basamaklı milyar dolarlık portföyler birlikte varsa, öyle bir piyasada kafa sayısının hiç bir anlamı yoktur. Zira, büyük paraya sahip tek kişi (sadece bir tane kafası olmasına rağmen!) milyonlarca küçük kişinin (toplamda milyonlarca kafa sözkonusu olmasına rağmen) yaptığının aksi yöne piyasayı götürebilir.

Mesela, şu an ABD'deki borsa işlemlerinin %70'inin (bazılarına göre %80) "makine"ler tarafından yapılmaktadır. Peki piyasada "makine" sahibi "ekonomik birim" sayısı kaç tane? Çok büyük ölçekte algoritmik trading yapabilen banka sayısı acaba iki elin parmaklarını bulur mu? O durumda, bir piyasada eğer sayıları 10'u dahi bulmayan dev bankalar (ki sayıları gittikçe azalıyor, bugünlerde JPMorgan Chase'in BOA'yı devralacağı konuşuyor, anlamı, iki makine bile teke düşecek!) borsadaki işlemlerin %70'İni yapıyorsa, geriye kalan milyıonlar sadece %30 yapıyorsa, o piyasada "tek kişinin kararı piyasaları etkileyemez" deme naifliğini devam ettirme imkanı var mıdır?

Her şeye rağmen hala tek "ekonomik birim" piyasayı etkileyemez deme iddiasını sürdürenler varsa o zaman too-big-to-fail (TBTF) kavramının niye ABD'de FED ve hükümetin ödünü koparmaya devam ettiğini nasıl açıklarsınız? Eğer tek "ekonomik birim" piyasaları yönlendiremiyorsa, bırakınız batsınlar efendim! Neden zombilerin ayak altında dolaşmasına izin veriyorsunuz? Hele hele iki zombiyi birleştirip daha korkunç yeni zombiler yaratmaya çalışıyorsunuz? Sadece TBTF kavramı bile, etkin piyasa romantiklerinin çenesini kapatmaya yeter, objektif düşünüldüğünde.

Romantik iktisatçılar, tek kişinin piyasayı yönlendiremeyeceği varsayımıyla (adeta seçimlerdeki gibi piyasada herkesin bir tek oy hakkı olduğu sanısıyla) toplam sayıya itibar ederler. Asgari ücretinden biriktirdiği bir kaç bin lira ile zengin olma hayali kurup piyasada işlem yapan bir işçi ile, Warren Buffet'in ya da Soros'un piyasayı etkileme gücünün eşit olduğunu varsayarlar. Bu varsayımın saçmalığını piyasayı ucundan kıyısından takip eden herkes bilir. Hala ikna olmayanlar için de MKK'nın yayınladığı yayınladığı yatırımcı profili istatistikleri vardır. İMKB'de "1 milyon yatırımcı"dan bahsedilir ama bunların kaç tanesinin kaç parası vardır? MKK'nın Aylık İstatiki Veriler Tablosunda yer alan istatistiklerden "Yatırımcı Bazında Portföy" ve "Dilimlere Göre Portföy" büyüklükleri, o çarpıcı ibretlik bilgiler sağlamaktadır.

Örneğin, bizim borsada "1 milyon yatırımcı var" denir, söyleyenin pozisyonuna göre bazen övünmek, bazen de toplam 70 milyon nüfusa nazaran yetersizliğini vurgulamak için. Temmuz 2011 itibarıyla, bu "1 milyon yatırımcı"dan 120.340 kişinin portföyündeki para miktarı 1 TL'nin altındaymış! (evet evet, kısaltma yok, "yazıyla Bir Türk Lirası!"). Tam 371.117 yatırımcının hesabındaki para miktarı da "2 Türk Lirası ile 100 Türk Lirası" arasındaymış! Diğer bir ifadeyle, bizim "1 milyon yatırımcı"nın yaklaşık yarısının hesabındaki para miktarı 100 lira bile değil! Tam olarak 491.457 kişinin hesaplarındaki paraların hepsinin toplamı 7 milyon lira tutmuyor (tam olarak 6.910 bin lira) iken, hesabındaki para 1 milyon TL'nin üstünde olan sadece 3.037 kişinin portföy büyüklüğü toplamı ise 19 milyar 300 milyon Türk lirasıdır.

Şimdi böyle bir piyasada, yarım milyon kişi mi yönlendirme gücüne sahiptir, yoksa o üç bin kişi mi? Ya da böyle bir piyasada "bir milyon ekonomik birim var" diyerek "piyasalar ne yaparsa doğru yapar" sonucuna varmanın imkanı var mıdır?

Nesim Talib, Siyah Kuğu'nun 14. bölümünde iki ülkeden bahseder, Vasatistan (Mediocristan) ve Aşıristan.(Extremistan) Bu iki ülkedeki rakamların karakteristiği farklıdır. Birindeki sayılar 0-1 veya evet-hayır gibidir. Orada kafa sayısı önemlidir. Diğerinde ise neredeyse sonsuzdur. Burada basitleştirmeye çalıştığım anlatımın orijinalini, meraklısı oradan okuyabilir.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Sorun fiyatlarda değil, "para"da!




Bu blogda anlatmaya çalıştığım şey, şu an dünyada ekonomik krizin gerekçesi olarak sayılan şeylerin çoğunun esasen önemsiz, detay meseleler olduğu, asıl sorunun Amerikan doları olduğu. Ağaçlara bakarken ormanı göremeyenler, verimsiz arazilerde zamanlarını ve enerjilerini tüketiyorlar. Dolar sorunu çözülmedikçe ne bu kriz biter, ne de çözüm diye ileri sürülenlerin anlamlı bir etkisi olur.



ABD'de yaratıcı ve zeki olduğu anlaşılan bir benzincide çekilen yukarıdaki fotoğraf, anlatmak istediğimi gayet güzel bir şekilde ifade ediyor. Fotoğraftaki yazıda amcam özetle; tamam, ben size benzini 20 centten satmaya razıyım. Ama siz de bana bugünün dolarını değil, 1964 öncesinda, basılmış 10 cent, 25 cent, 50 cent veya 1 dolarlık madeni paraları verin diyor!



Neden 1964 öncesi de şimdikler değil? Onun cevabını da daha önceki bi kaç yazıda vermiştim.



Mesela:





Özetle, ABD madeni paralarının içeriği dolar değer kaybettikçe değiştiriliyor. Ancak bugün itibarıyla bazı madeni paraları basarak ABD Darphanesi zarar ediyor! O nedenle yakında yeni madeni paraların gündeme gemesi kaçınılmaz. Artık nasıl pazarlanacak bu değişim gereği, göreceğiz.

Daha önce belirttiğim üzere, ABD madeni paralarının günlük değerlerini gösteren web siteleri var. Mesela www.coinflation.com

Kağıt para için gerek yok, onu zaten başta altın ve gümüş olmak üzere, tüm emtia fiyatlarından her gün görüyoruz! Kaldı ki, itibari kağıt paranın kendisinin zaten hiçbir değeri yok ki!

Yukarıdaki fotoğraf için çok şey söylenebilir. Hatta tartışmaya referans olarak bu resmi alıp uzun uzun çok daha anlamlı kriz muhabbetleri yapılabilir. Şimdilik sadece not düşüyorum. Gerektiğinde referans olarak hatırlanmak üzere...








15 Ağustos 2011 Pazartesi

Buldum! ABD ve halen AAA'ya sahip ülkelerin notu korunabilir!

Geçen hafta, ABD'nin şimdiye kadar AAA olan uzun vadeli kredi notunun S&P tarafından AA+'ya indirilmesinin tartışmalarıyla geçti. Çok eğlenceli günlerden geçiyoruz, çok! Kraldan çok kralcılar ve "Amerika'ya bi şey olmaz abicim"cilerin söyledikleri, bu tartışmaları ibretlik hale getiriyor. Şimdiye kadar TR başta "öteki" görülen bazı ülkelere keyfi düşük notlar verirken üzerine toz kondurulmayan rating firmaları, şimdi birisi ABD'nin notunu indirince yerin dibine batırılıyor. Bence de bazı ratingciler yerin dibini hakeden işler yapıyorlar ama sadece bugün mü? Hani derler ya dinime küfreden bari müslüman olsa...

Neyse efendim, ben ABD ve sırada diken üstünde bekleyen başta Fransa olmak üzere, henüz AAA notuna sahip tüm "Batılı" ülkelerin derdine derman olabilecek bir çözümü buldum. Önerdiğim çözüm sayesinde bugün AAA notuna sahip ülkeler, ekonomik olarak istedikleri kadar saçmalasalar da, hatta iflas etseler de AAA notlarını ilelebet koruyabilirler. Önerim gayet basit: rating firmalarının not sistemleri değiştirilsin, en yüksek not AAA değil de örneğin şimdilik 5A (AAAAA) olsun, Migros gibi! Böylece hala AAA notuna sahip ülkeler de vasat bir perfomans ile o çok önem verdikeleri ve kaybetmemek için her tür numarayı çevidkleri AAA notuna sahip olmaya devam edebilirler!

Tabi bu çözüm de ancak bi süre idare edebilecektir. Bi kaç yıla kalmadan bu "20. yüzyılın dev ama 21. yüzyılın cüce ülkeleri" için 5A üzerinden 3A da fazla yüksek kalacaktır. O zaman da en üst not, örneğin 10A (AAAAAAAAAA) olarak güncellenir ve bu ülkeler AAA notlarını korumaya yine devam ederler!

Mevcut trendin devamı halinde, bir süre sonra 10A üzerinden 3A da muhakkak yetersiz kalacaktır (Bkz. Yunanistan). Demokrasilerde çare, insanoğlunda numara bitmez. O zaman da 20A, 50A, 100A şeklinde devam edebilir. Hatta rakamlar fazla büyüdüğü zaman da (aynen paradan sıfır atılması gibi) 100A = 1B şeklinde bir tanım yapılıp, sonraki notlar B üzerinden verilebilir. Tabi, söylemeye bile gerek yok ki, bugün itibariyle AAA notuna sahip ülkeler o notlarını koruyacaktır!

Enflasyon sadece itibari milli paralar istismar edildiğinde (karşılıksız basıldığında) mı olur sanıyorsunuz? Görüldüğü üzere, istismar edildiği zaman itibari milli notlarda da olur!

Şu buluşumun patentini mi alsam acaba?

11 Ağustos 2011 Perşembe

"Altında yaşanan çıkış Bernanke’yi sevindir"miş!



Dün HT Ekonomi'de okuduğum bir haber, daha başlığını okurken "Nası yani?" diye düşündürdü, içeriğini okuktan sonra da "yuh!" dedirtti.



Bu nedenle, haberin ekran görüntüsünü buraya koymayı tercih ettim. İbretlik olduğu için kayda geçmeli bence.


habere göre, altın değerlendiği için, kasasındaki altının stok değeri yükselmiş!


ABD'nin var olduğunu iddia ettiği ama tüm ısrarlara rağmen kimseye göstermediği, bu nedenle giderek şehir efsanesi halini alan 8 bin ton altının değeri, son fiyat artışıyla 35 milyar dolar yükselmiş. Bernanke de bu habere pek sevinmiş.


neresinden tutsam ki?


Birincisi, 35 milyar dolar ABD gibi bir fil için ne ki? ABD Hazinesinin sadece bu ay (Ağustos 2011) yapması gereken tahvil itfaları 200 küsur milyar dolar! ABD hükümetinin sadece bir yıllık bütçe açığı 1 trilyon dolar! Sadece QE1 ve QE2 pompasıyla batık bankalara hediye edilen para yaklaşık 2 trilyon dolar. ABD Posta İdaresinin bu yılın sadece ilk altı aylık döneminde ettiği zarar yakşaık 4 trilyon dolar (Fennie, Fredie ya da toplam sayısının 30'dan fazla olduğu söylenen California gibi batık eyaletlerin batık rakamlarını saymıyorum. Zaten o batıkları saymak isteyen de sayamıyor!)


Böyle rakamların sözkonusu olduğu bir ortamda 35 milyar dolar-cık nedir ki? Hazinesi 15 trilyon dolar borçlu bir ülkenin dişinin kovuğunu doldurmaz.


İkincisi, asıl önemli olan nokta, altıın yükselme nedeni. Bu haberi yazan arkadaş dışında hemen herkes takdir eder ki, altının yükselmesinin nedeni, Bernanke'nin başarısızlığıdır. Dünya dolara daha fazla güvenmediği için, fırsat buldukça altına kaçmaktadır. Diğer bir ifadeyle altın, Bernanke'nin yönettiği dolar değer kaybettiği için değerlenmektedir! Bu açıdan bakıldığında da "iyi ki altın arttı da portföydeki altınlardan para kazandık" diye sevinen merkez bankası başkanı, kredi kartıyla yaptığı harcama sonucu bonus kazandığına sevinen bilinçsiz (genelde kadın) tüketici gibidir. Evet harcama bedelinin %1-2'si kadar bonus kazanmış olabilir, ama kredi kartı ekstresi fatura bedelinin %100'ü kadar büyümüştür!


Dolar "dandik para" istikametinde devam ettikçe, dolardan kaçış eğilimi ve bu nedenle altının fiyat artışı daha da artarak devam edecektir. Dolayısıyla bu haberdeki mantıkla Bernanke daha çoook sevinecektir!







"Başçı: Asıl risk deflasyon" demiş. Hayır: STAGFLASYON


Bloomberge'e konuşan TCMB Başkanı Başçı, "ekonomi önündeki asıl engelin enflasyon değil, deflasyon" olduğunu söylemiş.

Söyledikleri kısmen doğru. Ya da gözü kapalı insanların el yordamıyla file dokunarak yaptıkları tahmin kadar doğru. Zira mevcut konjonktürde karşılıksız paralar (kağıt oldukları için de kolayca) havada uçuşurken ve karşılıksız para basma politikasının devamının gelmesi de kaçınılmaz iken, sorunun sadece deflasyon olarak kalması mümkün değil. Malesef!

Başçı'nın sorun deflasyon demesi, gözü kapalı birinin filin sadece hortumuna dokunarak "bu bir yılan" teşhisi koyması kadar isabetli. Sadece filin ayaklarına dokunan birinin de "bu bir ağaç" demesi gibi.

Peki gerçek kaçınılmaz akıbet ne? Enflasyon ve deflasyonun birlikte bulunduğu durum: STAGFLASYON!

Gerekçesi basit: Başçı'nın "sorun deflasyon" derken kastettiği sorunlar ile AB ve ABD MB'larının fütursuzca karşılıksız para basmasının yaratacağı enflasyon toplanınca, sonuç. STAGFLASYON çıkıyor!

Başçı'nın sözlerini ben "deflasyon, enflasyondan daha kötü bir hastalıktır" anlamında yorumladım. Bu bakımdan haklı. Bizim yıllarca yaşadığımız enflasyon, iktisadi hastlıkların en basit ve en az acılı olanıdır. Deflasyon, enflasyondan daha kötü ve tedavisi daha zor bir iktisadi hastalıktır. Stagflasyon ise, her ikisinden de daha kötüdür. Temenni ettiğim için değil, ama korkarım önümüzdeki durum stagflasyondur. Ancak semptomların sadece bir kısmı dikkate alındığında, enflasyon veya deflasyon gibi hatalı teşhis durumları ortaya çıkmaktadır.

Bekleyip görelim!

9 Ağustos 2011 Salı

Tüm dünya borsaları birden neden düşüyor?

Geçen haftadan beri global finansal piyasaların hepsinin birden allak bulak olmasına bazı dostlar anlam veremiyor. "Düşen, ABD'nin notu. Bizim borsa neden düşüyor ki?" diye soruyorlar. Sadece borsalar dalgalansa hak verilebilir. Ama altın neredeyse her gün rekor kırıyor, petrol bir günde %15 düşüyor, faizler fırlıyor... Özetle, topyekün bir hareket var!

Eğer bazı veri durumlar dikkate alınırsa, esasen bütün bunlar anlaşılmaz şeyler değil:

1- Tüm dünya borsaları Global Finansal Çetenin kontrolundadır.

2- Global Finansal Çete, FED'in haziran ayında biten QE2'den sonra karşılıksız dolar basmaya devam etmesini istemektedir. ABD hükumeti doğal olarak daha fazla karşılıksız dolar basılmasını istememektedir. Zira mızrağı çuvala sığduırmak gittikçe zorlaşmaktadır. Ancak kendi kişisel menfaatleri karşısında değil dünyanın geri kalanının (ROW) menfaatleri, ABD'nin milli menfaatlerini dahi önemsemeyen bu tipler için, hayat-memat meselesi olan ucuz paraya ulaşmak için, gereken her şey caizdir.

İddiam şu: global piyasalardaki bu çalkantı, FED'i "QE3"e ikna etmek için global finansal çetenin bir şantajıdır.

Peki ne zamana kadar devam eder? cevabı basit: QE3 kararı alınıncaya kadar tabi ki!

Önümüzdeki haftalarda izleyip görelim!

Nitekim global finansal çetenin bir numaralı adamı Greenspan, "sorunları aşmakiçin FED'in para basması lazım" demeye başlamış bile. Bu şahsı Global finansal çete Maestro falan diye pohpohluyor ama, bu yaşta, bu halde hala bunları söyediğine göre, muhtemelen sonraki nesiller onu "20. yyın John Law'u olarak "takdirle" anacak!...

Global finansal çete yok, etkin piyaalar teoremi geçerli diye düşünen Polyanna'lar hala varsa, onlara da herhangi bir açıklama yapmak yerine, biraz daha sabretmelerini tavsiye ederim ancak... Bugünkü algılamalarımızın önümüzdeki yıllarda ne kadar değiştiğini görmek çok ilginç olacak.

S&P ABD'nin Kredi notunu (nihayet!) AA+'ya indirdi!

Geçen haftadan beri ekonomi dünyasının gündemi, ABD'nin kredi notu. O
konuda biz de ahkam kesmezsek olmaz!

Geçen cuma akşamı Amerikan rating kuruluşu SP ABD'nin uzun vadeli kredi notunu doksan küsur sene sonra ilk kez AAA seviyesinden AA+ seviyesine indirdiğini açıkladı. Zaten bu açıklama öncesinde tüm dünya borsaları inişe geçmişti (tüm dünya SPK'larına iyi iş yükü
çıkar bu işten. Global insider trading!), bu hafta başından beri de piyasalardaki çöküş aynen devam etmekte. Son yıllarda bol keseden basılan karşılıksız dolarlar sayesinde sadece güneşli günlere alışkın olanlar, bugünlerde biraz yağmur görünce şaşkın vaziyetteler. Oysa bu blogda
tarihe not düşmeye çalıştığımız noktalar dikkate alındığında hiç de şaşırtıcı değil son günlerde olanlar. Hatta şunu da çok rahat iddia edebilirim ki, bunlar daha iyi günler! Öyle olmasını istediğim için değil, ama mevcut semptomların işaret ettiği hastalığın sonraki aşamaları kaçınılmaz bir şekilde onu gerektirdiği için...

S&P, ABD'nin kredi notunu indirmeden önce "görünümünü negatife almış"tı zaten. "Ben demiştim" demeyi sevmem (zira Cassandra Sendromu gereği o lafın söylendiği an, acının üçüncü kez yaşandığı zamandır). Ancak bu blogda 19 Nisan 2011'de düştüğüm notta, zaten bu indirimin %100 olduğunu yazmıştım. Hatta beklenenden bile erken oldu!



Standart and Poors dün sürpriz yaparak ABD'nin kredi görünümü negatife çevirmiş. ABD, AAA notuna sahip olanlar içinde, negatif görünümlü tek memleket olmuş!

Dikkatinizi çekerim, herangi bi memleket değil, dünya tarihinin 20. yüzyılına damga vurmuş, halen de rezerv para biriminin sahibi olan ülkenin kredibilitesinden bahsediyoruz.

Bu hareketi farklı yorumlayanlar var. Bazı dostlar, S&P'nin yanlış yaptığını, fil ile pireyi aynı kefeye koyduğunu ve bu nedenle S&P'nin kredibilite kaybedeceğini düşünüyor. Bana göre ise bu hareket, artık mızrak'ın çuvala sığmadığının göstergesi. Yine bana göre, S&P bu konuda öncü olduğu için kredibilite kaybetmez, bilakis kazanır. Zira, er geç diğerleri de aynı hareketi yapacak! S&P, ratingcilerin klasik haraketi olan çok geç kalmayı, ABD konusunda diğerlerine nazaran biraz daha kısa tutmuş oldu.
S&P'nin açıklamasından beri ABD yetkilileri ve kraldan çok kralcıların tepkileri, S&P'nin burnundan getirmiştir bu kararı. Adeta bir dövmedikleri kaldı. Not indirimini geri alması için ümitsizce baskı yapıyorlar. S&P de mahcup bir şekilde, "ABD bütçe açığını azaltırsa, mali dengesini kurarsa, kararı geri almayı düşünürüz" falan demek zorunda kalıyor. Bugünlerde herkes kralın çıplak olduğunu görmek yerine, S&P'ye yüklenmeyi tercih ediyor. Not indirerek S&P'nin itibar kaybettiğini söylüyorlar. Onu zaman gösterecek. Ben yukarıdaki alıntıda koyuya boyadığım ifadenin hala arkasındayım. Ama onun da doğruluğunun teyidi için zaman lazım. (Yine Cassandra Sendromu!)

Eğer S&P'nin bu kararı, gelecek yıl yapılacak Amerikan başkanlık seçimlerinde Obama'yı bitirmeyi planlayanlara destek olma amacı taşımıyorsa (olamaz mı diyorsunuz?), bugünlerde S&P yetkililerinin yerinde olmak istemezdim. Hırsıza neden çaldın diye sorulmayıp, polise neden yakaladın diye kızılmasının acısını bilirim.

Bu not indiriminin fiilen fazla etkisi olmamasına rağmen bu derece sert tepki verilmesinin bir nedeni de, bence, Moody's ve FITCH'in kulağını yol yakınken çekmek için. Bu şekilde onları sindirerek, S&P'nin ardından gitmelerini engellemek giderek daha önemli hale geliyor. Zira, tek rating firmasının verdiği not, yatırım kararlarında yeterli olmuyormuş, en az iki firmanın o notu vermesi gerekiyormuş. Dolayısıyla, Moody's ve FITCH'in notları AAA seviyesinde kaldığı sürece sorun yok. Şu an bütün strateji, bir taraftan S&P'yi itibarsızlaştırırken, diğer taraftan da diğer iki Amerikan rating firmasının not indirmesini engellemek şeklinde görünüyor.

Aslında bu kredi not hikayesi de Batı'nın ne kadar benmerkezci ve dar görüşlü olduğunun yeni bir göstergesi oldu. Zira dünyadaki rating firmaları ABD'nin üç silahşorlarından ibaret değil. Kendilerinden olmayanları adam yerine koymayıp itibarsızlaştırarak sadece kendi borularını öttürmeyi bugüne kadar başardılar ama bundan sonra işleri daha zor. Zira artık güç dengeleri değişiyor.

Mesela, geçen hafta (3 Ağustos 2011 tarihinde) S&P'den önce, Çin'li rating firması Dagong, ABD'nin kredi notunu A+'dan A'ya indirmiş ve görünüm nehatif demişti. (Çinli ratingçi nezdinde ABD'nin itibarı bu indirim öncesinde de AAA değildi!) Bu indirim hakim medyada küçük haberlere konu olsa da üzerinde pek durulmadı. Hatta, bu indirim haberi, "ABD'nin borç tavanı artırılmasına rağmen" ve "Moody's ve FITCH'in AAA'yı teyit etmesine rağmen gelmesi detayları ile birlikte verilerek, klasik itibarsızlaştırma politikası da uygulanmıştı. Hatta bizim yerli medyada bile "Komunist Çin'in rating firması bağımsız olur mu?" sorusuyla birlikte verilerek Amerikan ağzı tercih edilmişti.

Ancak zaman geçtikçe görülecek ki, esasında Çin'li rating firması, yaptığı işte ABD'nin "bağımsız" üç silahşorlarından çok daha başarılı. Zira birkaç yıl sonra geriye dönük yapılacak bir çalışma ile, Çin'li firmanın verdiği notların, ABD'li "bağımsız" ratingçilerin ilerleyen zamanlarda kaçınılmaz bir şekilde vereceği notlara öncü gösterge olduğu ortaya çıkacak. Diğer bir ifade ile, ABD'nin "bağımsız" rating firmaları da her zamanki gibi gecikmeli şekilde Çin'li firmanın verdiği notları verecekler. S&P'nin yaptığı, sadece bu gecikme süresini bu defalık biraz kısaltmaktan ibarettir.

Şimdi merak edilen, AAA ratingini kaybedecek sıradaki batılı ülke hangisi olacak? Fransa'nın AAA derecesinin tehlikede olduğuna ilişkin haberler şimdiden çıkmaya başladı bile. İngiltere de ABD ile her zaman beraber olmuştur. Anglo-Sakson dayanışması gereği, anca beraber, kanca beraber! İzlemeye devam edelim. Çok heyecanlı...

Bu yazıyı da 19 Nisan 2011 tarihli yazının son cümleleri ile bitireyim. S&P'nin %33 ihtimal verdiği durum, sadece üçbuçuk ayda gerçekleştimiş oldu!





S&P %33 ihtimal vermiş downgrade için. El-Erian %50 ihtimal vermiş. Ben %100 diyorum. Şu an yapılan sadece vadeyi uzatmak, mukadderatı geciktirmeye çalışmaktan ibarettir. Ama kadere faydası yoktur! Sadece o arada birileri topu
başkalarının kucağına bırakacak zaman kazanır ve asıl sorumlular kendilerini kurtarmaya çalışırken dünyanın ödeyeceği maliyeti büyütürler. Biz de seyrederiz!
Acıyla...



Edit (17.08.2011): Sabah ofise gelirken NTV Radyo'daki haber aynen şöyleydi: "Kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, ABD'nin AAA olan notunu indirmedi" . Artık ABD'nin notunun inmemiş olması haber oluyorsa, bu iş bitmiştir. Hani derler ya, köpeğin adamı ısıması ha-ber değildir ama adamın köpeği ısırması haberdir diye. demek ki artık ABD'nin notunun indirilmemesi haber oluyor. Hayırlı olsun!


ECB İtalyan ve İspanyol tahvillerini alacakmış!


Geçen hafta sonu, Avrupa Merkez Bankası ECB'nin İtalyan ve İspanyol kamu kağıtlarını satın alarak bu iki ülkeye destek çıkacağı haberleri vardı.

O haberleri okurken, aklıma aşağıdaki fotoğraflar geldi.

İlk soru şu: ECB hangi kurtarıcı? Kırmızı Mercedes mi, yeşil Volvo mu?

İkinci soru: Dünyada mavi Volvo gibi bir kurtarıcı var mı?

FED mi diyorsunuz? Güldürmeyin!
Kaldı ki sonraki karede mavi Volvo'nun durumunu da bilmiyoruz!












3 Ağustos 2011 Çarşamba

Cassandra Sendromu

Sonunda teşhisi koydum, sanıyorum!

Global ekonomik manzara kabak gibi ortada iken, ABD borçlanma tavanını artırdı diye bu derece sevinmek nasıl olabilir? (Yaşasın, ABD üretmeden daha fazla tüketecek, sıkışınca daha çok karşılıksız dolar basacak, global enflasyon olacak...)

Algı manipülatörleri uzatmaları oynarken, mukadderatı öngörenler dikkate alınmadığı gibi her fırsatta yalancı çoban durumuna düşürülmeleri nasıl olur, bir türlü kafam basmıyordu. Bugün öğrendiğim bi kavram kafamı netleştirdi. Meğer psikolojide bunun teşhisi varmış: "Kasandra Sendromu", "Kasandra Metaforu", Kasandra Kompleksi" gibi de isimleri.

Internette bu konularda istenmediği kadar bilgi var. Wikipedia'deki tanımı şu:


Cassandra Sendromu, ileri sürüldüğünde başkaları tarafından inanılmayan, sonrasında gerçekleşerek insanları şaşırtan kötü ve üzücü olaylar için kullanılan bir terimdir.

İnsanlardaki kötü haber ve olayları gözardı etme isteğini ve sonrasında gelen reddetme gözardı etme eğilimini gösteren sendrom, adını mitolojideki geleceği görme yetisi verilen, ancak hiçbir zaman doğru söylediğine inanılmayan Cassandra'dan almıştır.

Bu durumun modern örneği Terry Gilliam tarafından yönetilen Oniki Maymun filmidir. Diğer bir örneğe ise James Cameron'un yönettiği Terminator 2 filmidir.

Mitolojik hikayesi de çarpıcı. Cassandra, Truva prensesidir. Gelmekte olan savaşı ve yıkımı öngörür. Etrafındakileri Truva Atı hakkında uyarmaya çalışır ama kimse onu ciddiye almaz.

Mitolojik hikayenin devamını merak edenler için Wikipedia'da onun da özeti var.

(Edebi açıdan bakanlar için; Christa Wolf'un Cassandra romanı var. Hatta bu roman bizim DEÜ'de akademik makale konusu olmuş.

Cengiz AYTMATOV'un Kassandra Damgası romanı, mitolojik hikayeye atıf yapmadan, benzer yaklaşımı anlatıyormuş. Ben henüz okumadım ama bu romanı, Aytmatov'un evliyalığının kanıtı olarak görenler varmış.

Şu da, "Casandra Kompleksi"ni 12 Maymun filmi üzerinden anlatan güzel bi yorum.

ABBA'nın Cassandra şarkısı da ekstra.)


Bu mitolojik hikayeden hareketle, Kassandra Metaforu kavramı üretilmiş:


Kassandra Metaforu : Kişi kişisel algılarından dolayı bazı şeylerin kötüye gideceğini düşünür ve bu durum ona acı verir. Düşüncelerini başkalarıyla paylaştığında kendisine inanılmadığı için daha fazla acı duyar.


Bu blogda anlatılmaya çalışılan durum, ancak bu kadar özetlenir sanıyorum.

Dün akşam (2 Ağustos 2011) itibarıyla ABD'de borçlanma tavanı yükseltildi diye herkes pek bi sevinçli bugün memleketimizde ve dünyada!

Böyle bir ortamda, ABD'nin borç tavanının yükseltilmesi iyi değil, ABD ve dolar için esasen çok kötüdür diyen birinin ciddiye alınmasına imkan var mı? Batılı ratingcilerin biri "borç tavanı yükseltildiği için ABD'nin iflas riski çok azaldı" buyurmuş. Her ne kadar Çin'li ratingçi ABD'nin kredi notunu indirmiş ama onu dikkate alan kim? Mainstream medya karşısında Çinli ratingçi de Kasandra değil mi zaten? ABD 10 senede 2 trilyon küsur tasarruf edecekmiş! Peki ya ABD'nin borçlanam faizleri sadece yarım puan yükselse borç yükü ne kadar artacak? On yılda yapacağını söylediği ama muhtemelen yapamayacağı, (nah şuraya yazıyorum, ABD geleek on yılda o söz verdiği bütçe tasarrufunu yapamayacak!) tasarruf miktarı, faizlerin sadece yarım puan artması halinde oluışacak yükü karşılamaya bile yetecek bir tutar mı? Ssöyleyecek şey çok ama neyse... Nasıl olsa cdiddiye alınmıyor bu dönemde. yaşayıp görelim biz de...

Kasandra sendromunun en kötü tarafı, bence üç defa acı vermesi:
- ilki, gelecekteki kötü şeyleri öngördüğünde,
- ikincisi, bariz gidişatı bi türlü anlatamadığında,
- üçüncüsü ise, öngörüler tahakkuk ettiğinde, herkesle beraber yaşarken.

Bu durumda "her daim iyimserler" her daim daha şanslı: sadece bir kez (kötü olayları fiilen yaşarken) acı çekiyorlar!
Clicky Web Analytics Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 United States License.